Amerikan yönetimi dönemi Filipinler'de, 19. yüzyılın sonlarında, İspanyol-Amerikan Savaşı'nın sona ermesi ve 1898'deki Paris Antlaşması'nın imzalanmasının ardından başladı. Antlaşma gereği, İspanya kolonilerini, Filipinler de dahil olmak üzere, Amerika Birleşik Devletleri'ne devretti. Bu geçiş, Filipinler tarihindeki yeni bir aşamanın başlangıcını işaret ederek, hem siyasi hem de sosyal değişimlerle karakterize edilmiştir. Amerikan sömürgeleşmesi, Filipinler'e yeni bir yönetim anlayışı, eğitim sistemi ve altyapı getirmiştir, ancak bu süreç, yerel halkın direnişiyle de karşılaşmıştır.
1898'de Filipinler, ABD kontrolüne geçtikten sonra, önemli bir bölüm yerel halkın, yüzyıllarca süren İspanyol yönetiminden sonra bağımsızlık umduğu bir dönem yaşandı. Ancak beklenen özgürlük yerine yeni bir sömürge rejimi ile karşılaştılar. 1899'da Filipinler-Amerikan Savaşı başladı ve 1902 yılına kadar sürdü, bu süreçte şiddetli bir direnişle karşılaşıldı. Savaş, yüz binlerce Filipinlinin hayatını kaybetmesine ve ciddi yıkımlara yol açtı, ancak sonuç olarak Amerika Birleşik Devletleri, takımadalar üzerinde tam kontrol sağladı.
Savaşın sona ermesinin ardından ABD, sömürge idaresinin kuruluşuna başladı. 1901'de Filipinler'i yönetmekle sorumlu olan Sivil Hükümet Konseyi kuruldu. İlk sivil vali William Taft olarak atandı ve reformların gerçekleştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Amerikalılar, yönetim yöntemlerini yenilemeye, eğitim sistemini düzenlemeye ve altyapıyı geliştirmeye çalıştılar. Okullarda İngilizce eğitim uygulanmaya başlandı, bu da okuryazarlığın artmasına ve ülkenin dünya ekonomisine entegre olmasına katkı sağladı.
Amerikan döneminin en önemli reformlarından biri eğitim sistemi ile ilgiliydi. 1901'de Filipinler'de ücretsiz ilköğretim sistemi kuruldu ve İngilizce dilinde verilmeye başlandı. Okullar ve kolejler açıldı ve eğitim sürecine doğa bilimleri ve matematik gibi yeni disiplinler eklendi. 1908'de, yüksek öğrenim merkezi haline gelen Filipinler Üniversitesi kuruldu. Amerikan otoriterleri, Filipinler'i Batı kültürüne entegre etmeyi hedefleyerek, Amerikan gelenekleri ve değerlerini yaydılar; bu durum, Filipinler halkının kültürü ve yaşam tarzı üzerinde etkili oldu.
Amerikan hükümeti, Filipinler ekonomisinin aktif bir şekilde geliştirilmesini sağladı. Amerikan yönetimi yıllarında yollar, demiryolları, limanlar ve elektrik santralleri inşa edildi. Bu altyapı projeleri, tarım ve sanayinin gelişimine katkı sağladı. Başlıca ihraç ürünleri şeker, tütün, kopra ve kereste oldu. Ancak Amerikan politikası, aynı zamanda zengin Filipinli toprak sahiplerinin elinde toprakların yoğunlaşmasına yol açarak sosyal eşitsizliği artırdı ve çiftçiler ile tarım sahipleri arasında gerginliklere neden oldu.
Zamanla Amerika Birleşik Devletleri, Filipinler'e sınırlı bir siyasi otonomi sağlamaya başladı. 1907'de Filipinler Meclisi kuruldu - Filipinlilerin seçilebileceği ilk yasama organı. Gerçek güç Amerikan valisinde kalsa da, Meclis kendi kendini yönetme yolunda önemli bir adım oldu. Yerel politikacılar halkın çıkarlarını temsil etme imkanı buldu ve bu durum siyasi aktivitenin gelişmesine ve ulusal bilinçlenmenin güçlenmesine yol açtı.
1934'te ABD Kongresi, Filipinler için kendi kendini yönetme Yasası (Tydings-McDuffie Yasası olarak da bilinir) kabul etti; bu yasa 10 yıllık bir geçiş süresi öngörüyordu ve 1946'daki tam bağımsızlık vaadinde bulundu. Bu süre zarfında Filipinlilerin kendi devlet kurumlarını geliştirip bağımsız bir ülkeyi yönetmeye hazırlanmaları bekleniyordu. 1935'te yeni bir Filipinler Anayasası kabul edildi ve Manuel Quezon'un başkanlığında yarı bağımsız bir cumhuriyet olan Filipinler Commonwealth'i kuruldu.
Bağımsızlık planı, 1941'de başlayan İkinci Dünya Savaşı ve Japon işgali ile geçici olarak askıya alındı. Japon işgali, siyasi kurumların gelişimini kesintiye uğrattı ve Filipinler üzerindeki geçici Japon kontrolünü sağladı. Savaş yıllarında Filipinliler, Japon işgalcilere karşı mücadele eden gerilla hareketine aktif olarak katıldılar. Savaşın ardından Amerikan kuvvetleri tekrar Filipinler'e dönerek ülkeyi Japon işgalinden kurtardılar.
4 Temmuz 1946'da, vaat edildiği gibi, Amerika Birleşik Devletleri Filipinler'e tam bağımsızlık verdi. Ülkenin tarihinde yeni bir aşama, Filipinler Cumhuriyeti'nin egemenliğini tanıyan Manila Antlaşması'nın imzalanmasıyla başladı. Ancak, resmi bağımsızlığın elde edilmesine rağmen, ülke ABD'nin ekonomi, politika ve askeri alandaki etkisinden muaf olamadı. Filipinler topraklarında Amerikan askeri üslerini güvence altına alan ve ABD'nin ülkenin ekonomi ve dış politikasında önemli bir etki sağladığı bir dizi anlaşma imzalandı.
Amerikan yönetimi dönemi, Filipinler tarihine karışık bir iz bırakmıştır. Bir yandan, altyapının ve eğitimin gelişmesini sağlayan birçok reforma yol açtı. İngilizce eğitim sisteminin getirilmesi ve iletişimlerin iyileştirilmesi, ülkenin modernleşmesine katkı sağladı. Öte yandan, Amerikan politikaları sömürgecilik unsurlarını korudu ve birçok Filipinli hala haklarının ihlal edildiğini hissetti.
Zamanla Filipin halkı, siyasi mücadele ve kendini belirleme konusunda önemli bir deneyim kazandı; bu da bağımsızlığın temelini oluşturdu. Bu dönem boyunca oluşturulan siyasi kurumlar, demokratik bir devletin gelecekteki gelişiminin temeli oldu. Dolayısıyla, Amerikan yönetimi dönemi, Filipinler'in kendi kendini yönetme ve bağımsızlık için hazırlayan önemli bir aşama olarak değerlendirilebilir.